HERŞEY YENİDEN BAŞLIYOR...

Doygunluğa ulaşan bulut misali yağmak, bazen okşayan bazen de yerle bir eden rüzgar misali esmek, sessizliği dinlemek, en derin yere dokunmak...güneş misali ısıtmak...hissetmek ve yaşamak...vesaire...vesaire...vesaire
Kısaca ne geliyorsa, ne gidiyorsa...

Şeyma Erdoğan


26 Şubat 2011 Cumartesi

...


...

"Seni sigaraya benzetiyorum. Zehrin hoşuma gidiyor... içimi yakıyor, uzun vadede canımı acıtıyor. Ancak vazgeçemiyorum. Senin de bir "son"un var, kendin hazırladığın. Bitti bitecek gibisin ve en çok da senin rüzgarın,  sonuna yaklaştırıyor beni. Üşüyorum ve ısıtmak için kendimi seni içiyorum. Seni sigaraya benzetiyorum... Biteceksin biliyorum ve biliyorum kokun, elimde kalacak."





Biri yazmış, biri okumuş...Biri de alınmış...Diğeri hani ben, hani ben demiş... Herşey nafile bir "nefes"miş.

...

1 Şubat 2011 Salı

Fonda SEN...

(Fonda Cem Karaca...)
"Küçük bir kızken" diye başlayan çok cümlem var. Küçükken, çocukken, henüz büyümemiş iken... Şimdi uzun cümleler kurmamıza neden olan an'lar, inançlar, hevesler, masallar... Anımsamakta zorlandıklarım, hiç unutamadıklarım. Şapşallıklarım... Annemin hatırladıkları ve benim zaman zaman aklıma gelenler.


Yanağından öpüldüğünde eliyle silen bir çocukmuşum mesela. Şuan en sevmediğim hareket:) Yetişkin olduğumda  anladım. Demek ki buna benzer birşey hissettirdim beni öpenlere...


Babaannem bir masal anlatırdı. Hep aynı masalı...Ecüş ile Mecüş...İki karafatma bunlar...Karı-koca. alış-verişe çıkıyorlar vs başlarına bi sürü şey geliyor anımsamıyorum ama sonunu hiç unutmuyorum, eve dönerken karısı bir çukura düşüp ölüyor. Anafikrini şuan bile anlamadığım belli ki uydurulmuş -tüm masallar gibi- trajik bir hikaye...Ne üzülürdüm sonuna...ve niye anlatılırdı böyle bir masal!... Nur içinde yatsın... 
Cennet-cehennemi algılamaya çalıştığım o küçük yıllarda "Nasıl olsa ölü olacağız bir şey hissetmeyeceğiz ki" diyerek rahatlatırdım kendimi.


Kuzucuklardan biriydim ben de ve nafile bekledim adımı söylesin diye Adile Teyze... Şeyma... E zordu biraz:)


Sokak çocuğu olmanın keyfini yaşamış, hava kararıncaya ve annem bize sesleninceye kadar saklambaç (kukalısından da), yakar top, istop, lastik, sek sek oynamış, saatlerce bisiklete binmiş,tekerlekli patenle havalı havalı sokakları arşınlamış,çekirdek çitlemiş, akşam sefalarının suyunu çıkarmış,tohumlarını toplamış,bahçede piknik yapmış şimdiki çocuklara nazaran -bu anlamda- daha şanslı bir çocukluk geçirmiş bir kız...


Ağabeyimin iştahsız hallerine karşılık sorunsuz yiyen, yemeyi seven!, hatta muz delisi -ki annem saklamak zorunda kalırmış muc,muc diye sayıklayan benden- zeytini çok sevdiğim için babamın seni "Zeytinciye vereceğim" dediği yıllar... 


Pulları ve peçeteleri biriktirip kendimce "koleksiyon!" yaptığımı anımsıyorum ve o dönemde -belki de her çocuk gibi-  acayip şeyleri biriktirme alışkanlığı...Gazoz kapağı gibi mesela. Her şey ne kadar da az ve değerliydi... 
Kalbim kadar temiz sayfalar ayırdığım ve "Sepet sepet yumurta sakın beni unutma" ile biten anı cümleleri ile dolu "hatıra defteri"m... Lise yıllarında anlamsız bulup, yırtıp attığım...


(Fonda Bülent Ortaçgil...)
İlkokulda , teneffüs aralarında "dansa davet" diye bir oyun oynardık. 3-5 Kız ve erkek karşılıklı sıraya girer... Hoşlandığı kızı erkek dansa davet eder, sona kalan ve davet al-a-mayan, "çiftler" tarafından oluşturulan bir tünelden geçerken sırtlarına vurularak cezalandırılır... Ne acayipmiş... Çok heyecan verici gelirdi ve romantik:) Dansa davet edilmezsen de onur kırıcı:) Bu arada dans falan da yok yani...Hikaye.


Kendi başıma oturmaya yeni yeni başladığım ve yastık destekleri ile durduğum zamanlarda, yıllar sürecek bir dostluğun başlangıcı olan tanışmamız gerçekleşti "O"nunla... O, 1 yaşında;yürüyebiliyor, tek tük heceliyor ben ise henüz oturmaktan aciz... Ancak  "ilk kız arkadaşım" O oluyor... Birlikte büyüyoruz...Ailelerimiz kardeş gibi... Karşı apartmanda oturuyorlar ve biz birbirimizde kalabilmek için uyuyor numarası yapıyoruz ve hep başarılı oluyoruz. Annem "Kalsın bu gece madem" dediği anda ayaklanıyoruz ve o sevinçle o küçük dünyamızda kurduğumuz büyük hayallerle yine birlikte olmanın mutluluğunu yaşıyoruz. Kapatıyoruz gözlerimizi ve rüya görmeyi bekliyoruz... Sonra "Ne gördün?" diyerek birbirimize anlatıyoruz... Rüya niyetine kurduğumuz hayalleri ve zihnimizde canlandırdığımız herşeyi...
Gece sokağa çıkma yasağı var...Sıkıntılı yıllar ve bize o bile oyun geliyor...Evden eve geçerken koşuyor,gülüyor,heyecanlanıyoruz.
Ben "Pembe", O "Maviş"...Kağıt bebeklerimiz...Saatlerce onlarla oynuyoruz, giydiriyoruz, konuşturuyoruz, gezdiriyoruz...
O hep narin, kırılgan...  Hala da öyle...Kendi gibi güzeller güzeli bir kız yetiştiriyor... Hayalimizdi çocuklarımızın en az bizim kadar birbirlerini sevmeleri ve dost olmaları...
Yıllar geçiyor...Kayıplar, ayrılıklar, acılar...Ancak "O" hep orda... Ya telefonun ucunda ya da yanıbaşımda... Saatlerce konuşabildiğim ya da sonsuz susabildiğim...Didem'mim, canım benim , ilk kız arkadaşım... Dostum... En sahicisinden...


Ne iyi ettin de geldin bu akşam. Bizi biz yapan ve şu ana taşıyan olaylar silsilesiyle, aynı lezzette buluşmak, temelimizin sağlam olduğunu görmek, tüm bu yazılanların nedeni, hepsi sana gelmek içindi... 
Hep gel...Hiç gitme.