HERŞEY YENİDEN BAŞLIYOR...

Doygunluğa ulaşan bulut misali yağmak, bazen okşayan bazen de yerle bir eden rüzgar misali esmek, sessizliği dinlemek, en derin yere dokunmak...güneş misali ısıtmak...hissetmek ve yaşamak...vesaire...vesaire...vesaire
Kısaca ne geliyorsa, ne gidiyorsa...

Şeyma Erdoğan


24 Haziran 2011 Cuma

Biraz dem...Biraz nem...

"TV'siz akşamlar,müzik,kitap...Yapılması gerekenler dışında kendime ve kendimle kaldığım nadir an'lar... Deniz kokusunun,sesinin ve esintinin hayali...Yani tahta masada biraz dem,biraz nem istediğim..." 


Son zamanlarda böyle...


Sigarasız bir günün sonunda; acaba zulada var mıdır bir tane? diye aramaya başladığım an'dı yazmaya karar verdiğim an... Evet elim oyalansın diye. Kafa karışık zira. Pek de hevesli değilim hiç bir şeye. "Teselli" pek fayda etmeyecek gibi. 


Uzun zaman oldu ve derleme gerekli cümleler için. 


Caro Emerald eşliğinde... "The other woman"
Gayet iddialı bir nakaratı var, bulun dinleyin...Zira paylaşırım çoğunlukla ancak fizy.com' dan link vermeye üşendim şimdi.


Dumansız hava sahası içinde yazmak tuhaf geliyor...Alışkanlıklar işte...ne kadar da çoklar ve  kurtulunması gerekenler.


Nefesimin değerini Canım'ın nefesinin yetmezliğinde anlamam ne kadar acı...
...
Söylenmemiş cümleler peşinde değilim ki; zaten yok'lar.
Ne yaşadıksa, yaşıyorsak da...;Herkes yaşadı, herkes bildi... Gördü, tahmin etti... Tanık oldu, sanık oldu... Hastalık, sağlık, kayıp, ayıp hepsi "bizim için" değil miydi? Evet zaman da geçiciydi, hayat da kısaydı... Bunu bilmeyen yoktu...! Ne kadar lezzet o kadar kaloriydi...Korku cesaretin arkasına saklanabilir...Adam gibi adam olmayabilirdi. Seven sevilmeyebilir, sevdiğin seni sevmeyebilirdi... Emeğin boşa gidebilir, karşındaki afedersin öküzün önde gideni çıkabilirdi. Bunlar bilinen şeylerdi. Aşk bitendi, dostluk baki ve dostların yanında kalandı. En kıymetlisi de buydu. Benzer şeyler yaşanırdı. Lale devri de olurdu hayatında, yükseldiğin ya da çöktüğün dönemler de. Etrafında tutan,tuttuğun eller vardı. Ne de güzeldi...


Küçükken yaşımızın ilerlemesini isterken de bilir miydik şu an bildiğimizi;  "geri" sayımdı aslında...meğer öyleymiş. Eğer bilseydik...? Bilseydik de ne değişirdi ki yine elma şekeri ister, en yeni oyuncakları talep eder, öpülünce yanağımızı silerdik... Çünkü ohooo daha yıllar vardı büyümemize... Zaman koşmaz, saatler kovalamazdı bizi.


Neyse ne işte... 
"Dünyanın derdi büyük...Herkesin dünya kadar derdi var ve herkes kendi dünyasında dertli..."
Kime ne anlatayım ... Kim ne desin? Empati de bi yere kadar... Her koyunun kendi bacağı meselesi evet ama amiyane bi tabir değil mi? Hem koyun niye bacağından asılır ki yazık değil mi? İnsan hem bu kadar merhametli hem de bu kadar "cani" nasıl olabiliyor. Ayrıca ben şu dev akvaryumlara, yunus gösterilerine,"hayvanat bahçeleri"! ne de karşıyım... Doğal ortamından kopar, yapay bir dünya yarat, insanlar seyretsin diye "doğal hapishaneler" oluştur, para dönsün..!  İrade sahibi olmayan canlılara kimse bu ve buna benzer eziyetler yapmamalı... 


Tamam,sakin...
Nefes al...derin... Şimdi...!
İşte o an'...Hayattasın. 
Değerliyim, değerlisin, değerli...( bizim kuşak için yanlış bir çağrışım yapabilir aman diyeyim, 3.tekil şahıstır o...)


Bilinmez ertesi gün ne yaşanır, ne olur? Belki daha "iyi" olur.
Işıklar söndüğünde... Herkes odasına çekildiğinde, kaygılar sardığında, uyuyamadığında, sırtın kaşındığında,yastığa başını "yalnız" koyduğunda... :(
Sabah olsun hayrolsun!


Sağlık olsun...


Aşk olsun....