HERŞEY YENİDEN BAŞLIYOR...

Doygunluğa ulaşan bulut misali yağmak, bazen okşayan bazen de yerle bir eden rüzgar misali esmek, sessizliği dinlemek, en derin yere dokunmak...güneş misali ısıtmak...hissetmek ve yaşamak...vesaire...vesaire...vesaire
Kısaca ne geliyorsa, ne gidiyorsa...

Şeyma Erdoğan


12 Kasım 2011 Cumartesi

Giriş,gelişme,sonuç...

...
Bir keman sesiydi hayal ettiren onların uçuşunu...Dalgalara karışan beyaz köpükler eşliğinde vapurun hızına yetişmeye çalışan martılar... Rüzgara bırakıp kendilerini, kanat çırpmadan boğazın derin mavisine paralel süzülen martılar...Vapurdan yukarıya doğru atılacak olan simitin beklentisi içinde... Simit parçasını insan mı atamamıştır, martı mı tutamamıştır?  Bir arkadaşımın yanıtı şu oldu;  "Bence her iki tarafta da sorun olabilir. Kişi güzel ortalayamamıştır, martı dalamamıştır. Hayat bu."
Öyle...Meseleye hangi noktadan baktığınla ilgili sonuç. Bu sebeple farklı bakış açıları, farklı sonuçlara götürebilir insanı. Bu da bir seçim aslında. Nasıl görmek istediğinle ve algıyla ilgili seçimler de. Niyet neyse ve anlama isteği ne kadar fazlaysa görüş açısı o oranda genişliyor. Fikri sabitlerin pek de başarabildiği bir durum değil bu. Yargılar ön'den gidince yer kalmıyor farklı yönlerden gelen düşüncelere...


Herneyse...
Bazen martının simit parçasını yakalamaya çalışmasına benzetiyorum yazmayı. Kelimeler ve düşünceler havada uçuşuyor da yakalamaya çalışıyorum sanki.
Küçük bir çocukkenki gibi. Yani henüz anlıyor fakat konuşamıyorken olduğu gibi. Tek tük kelimeleri söylemeye başladığımız anları çoğumuz hatırlamıyor bile. Oysa 1 kelime, 2 kelime yanyana derken başı sonu belli olan ve en az 3 kelimeyle başlayan cümlelerimiz kimbilir ne çok sevindirmişti ailemizi. İlk duyan diğerine anlatmıştı oğlumuz/kızımız bugün şunu/bunu dedi şeklinde...
Hiç susmayan yanımız, herşeye yabancı ve çok meraklı halimiz, birey olma savaşlarımız, kabul görme ve büyüme telaşlarımız... İşte tam da bu süreçte oluyorduk, oluşuyorduk... Şimdiki yapımızın temel taşlarıydı üstüste dizilen... Size doğru olan her sözde, her dokunuşta ve her davranışta. 
Özetle "şimdi çocukluğunuza dönelim" derken bir terapist şimdiki "ben" i anlamaya çalışmaktan başka birşey yapmıyor. "Sen"in kodları "geçmiş"te saklanıyor... 


Sırtımız ne kadar sıvazlandıysa o kadar güçlü oluyoruz işte hayatta... Dünyaya gelme sebebimiz olan ailemiz yaşayacaklarımızın da "sebebi"ni şekillendiriyor. Korkularımızın ve güvensizliklerimiz kaynağı oluyorlar... Sevgimizin ve paylaşma biçimimizin de müsebbibi... Elimize aldığımızda hayatımızı ve kararlarımızı kendimiz vermeye başladığımızda 
dengemizi bozan şeyler de oluyor, dengemizi sağlayanlarda. Bir arkadaşım "insan olmak zor sanat." demişti. Doğruydu... Bir sanat yaşayabilmek hayatı. Aynı zamanda, bana göre;"sevme" şeklimiz ve "ifade" biçimlerimiz bizi başkalarından ayıran. Önce kendimizi kabul etme ve sevmekle başlıyor herşey. Sevme kapasitenizi belirleyen olaylar silsilesi "büyürken" gerçekleşiyor... 


Eşit şansla gelmiyoruz dünyaya. Coğrafyadan başlıyor konu... Pek de adil olmuyor başlangıçlar... Tam aksine 1-0 önde başlıyor hayat kimilerine. Şartlar zaman içinde olumlu ya da olumsuz değişiyor... Çoğu zaman sahip olamadıkları hayatı düşleyerek yaşıyor insanlar.  Farkında olma başarısını gösterip var'lıkları için şükredenler de oluyor. 
Zaman akar, dünya döner ve mevsimler geçerken hiç bir şeyin süreklilik arzetmediği gerçeğini kabul etmemiz gerekiyor. Herşey "bir süre"... Aslında hiç bir şeye "sahip" de değiliz bu anlamda... Zaman gerçek mutlulukların değil "haz"ların zamanı... An'lık ya da kısa süreli... Özde "huzur" yoksa haz'ların sürekliliğe dönüşmesi mümkün olmuyor. Sebebsiz gibi görünen her duygunun bir sebebi var derinlerde bir yerlerde... Yüzleşmek "süreli" hayatımızı çekilir hale getirmek için bir başlangıç olabilir. Bu da bir seçim... Kendine acıyarak geçecek kadar uzun değil hayat.  Kimse "ne kadar sıkıcısın" cümlesini duymak istemez... 


Her durumda şükredecek çok şey bulabilir insan... "Kaybedildikten sonra değeri anlaşılanlar" listesinin başında her daim sağlık var... 
Bırak; çorap kaçsın, süt taşsın, oje bozulsun, yemeğin dibi tutsun, arabadan ses gelsin, aşk bitsin, telefon çalışmasın, sevmesin, servis geç kalsın, plan bozulsun, aramasın... 
Böyle şeylerle kararmayacak dünyan... Hesap kitap uzun sürmeyecek o kadar... 


Bir kompozisyon formülünden ibaret hayat...
Giriş, gelişme, sonuç... 
Biliyoruz da bilmezden geliyoruz.
Hepsi bu.


ve final...


Yalçın Ergir...
basit yaşayacaksın.
mesela susayınca su içecek kadar basit.
dört çıkacak, ikiyi ikiyle çarptığında.
tek düğmesi olacak elindeki cihazın;
tek bir düğme, tek bir cümle gibi;
sevince lafı dolandırmadan söylediğin
“seni seviyorum” gibi.
basit bir öpücük yetecek sana;
basit sıcak bir öpücük
ve o öpücükle dolacak tüm günlerin, tüm düşlerin.
o öpücük için yapacaksın hayatının kavgasını,
o öpücük için yiyeceksin hayatının dayağını.
kabak çekirdeği verecek sana
rakamların veremediği mutluluğu.
el yazısıyla yazılmış eğri büğrü bir mektup olacak
en değerli kağıdın;
hep yanında taşıdığın,
atmaya kıyamadığın.
iki harekette giyiniverecek,
iki harekette soyunuvereceksin.
kısacık olacak uyanman
ve yola çıkman arasında geçen süre;
kısacık olacak
sıcacık kollara dolanman
ve yolculuklara çıkman arasında geçen süre.
kendin bile anlayabileceksin yazdıklarını;
bakışların bile anlatabilecek kendini.
beklentilerin de basit olacak.
kaf dağı’nın önünde bekleyecek mutluluklar.
bir ıslıkta bulabileceksin en uzun dostluk romanını;
ya da bir damla gözyaşı yaşatacak sana
en ucuz aşk romanını.
pankreasının sağlığına dua edeceksin kapatırken gözlerini.
zafer işareti yapacaksın tuvaletten çıkarken.
bir kaşarlı tost olacak aradığın
nasıl oturacağını bilemediğin sofrada;
parmakların olacak en kıymetli çatalın.
yine, aynı parmaklar çözecek en karmaşık denklemleri.
iskender’in kılıcı duracak avukat rehberinin yanında.
bir filarmoni orkestrası veremeyecek sana
kontrplak bir gitarda, doğru basılmış bir
“fa diyez”in mutluluğunu.
makyajın ilk “a” sına kadar bilmen yetecek.
temizlik kokacak en pahalı parfümün
“bilmiyorum” diyebileceksin bilmediğinde
ve çok normal olacak onu da bilmeyişin.
tek dereden su getirmen yetecek,
bir “istemiyorum” diyebilmeye.
ne durduğu farketmeyecek abanın altında.
saatin, sadece saati gösterecek;
telefonunu sadece telefon etmek için kullanacaksın.
küçük bir not defteri olacak bilgini en hızlı sayan.
basit yaşayacaksın, basit.
sanki yaşamın bir gün sona erecekmiş gibi
basit...