HERŞEY YENİDEN BAŞLIYOR...

Doygunluğa ulaşan bulut misali yağmak, bazen okşayan bazen de yerle bir eden rüzgar misali esmek, sessizliği dinlemek, en derin yere dokunmak...güneş misali ısıtmak...hissetmek ve yaşamak...vesaire...vesaire...vesaire
Kısaca ne geliyorsa, ne gidiyorsa...

Şeyma Erdoğan


22 Mart 2010 Pazartesi

KARINCA...

Mutluluk veren BÜYÜK, HAYAT için "küçük şeyler" birazdan...
burda...:) demiştim...


Bu kızarmış ekmek kokusunu aldığımda bana hissettirdiklerinin ardından bir liste hazırlamaya karar verdiğim an'dı.

Üzerinden tam 1 hafta geçmiş. Araya telefonlar, yapılacak işler,sohbetler, endişeler ve beklentiler girdi. O liste hazırlanamadı ve ben yalancı çıktım.Telafi ederim nasıl olsa rahatlığı vardı belki de. Hem o "küçük şeyler"i  görebilen, korna sesleri arasında bile Nilden'inim deyimi ile "Vici Vici" kuşlarını duyabilen, doğan günle; "Vay be bugün de uyandım" deyip şükreden, sevdiklerinin kıymetini onlar hayatta iken vermeye çalışan ve baharda önüne bakarak yürüyen ben değil miydim? 

Nasıl olsa listem uzundu ve sadece bir yerden başlamam yeterli idi. Liste yapmak ve bunları kendime hatırlatmak istemiyorum şu an. Yani şimdi değil. Hiç de sırası değil gibi. Bilirsiniz işte; dallı budaklı cümlelerle hazırlanan, üstünde kelebeklerin uçuştuğu bir listem vardı oysa, şöyle başlıyordu kafamda; Sabah kuşlarının sesi, denizin dalgası, kedimin hırıltısı, eve geldiğinizde kapıyı annenizin açması, deli gibi acıkmışken hazır bir sofraya konmak, patlamak! üzereyken yaptığınız wc ziyareti, züğürt kaldığınız anda cebinizden çıkıveren bir miktar! para...bla bla bla. Çoğunuzun yaşadığı, bildiği, tahmin ettiği, farkında olduğu veya olmadığı şeyler işte...Küçük şeyler.

 1 hafta...Uzun bir süre...Her şeyin değişebileceği kadar uzun bir süre...

(Chopin ile başladığım yazıya tam da şu an da bir Manhattan Transfer "Java Jive" molası verdikten sonra Chopin Waltz No.7 ile devam...)


Uyku...Stand by durumu...henüz değil.
.
.
.
Toplayamıyorum!

1 dk.

Hani kazalar var ya 1 an'lık...Saniyenin bilmem kaçta birinde değişen hayatlar...Uzatmaya gerek yok işte... Herkesin derdi kendine BÜYÜK...Küçük şeyleri göremez olduğunuz bir süreç...Önceliklerin değiştiği...Her şeyin anlamsız olduğu, bildiğiniz ama hep ötelediğiniz gerçek! Başınıza gelmeden bilemeyeceğiniz sayısız ve tarifsiz dert...Allahım neler var dediğiniz an'ların hatırlanması gerektiği. Yine de beterin beteri var yaklaşımın hafifletmediği...

En çok ne üzer? Sizi en çok ama en çok ne üzer? Giden sevgili, kaybedilen bir sınav, ihanet, ikiyüzlülük, yalan, hayal kırıklığı, boş yere heba olan hayatlar, dökülen kanlar, haksızlık, karşılıksız kalanlar, kaybettikleriniz... 

Dökülecek ne de güzel gözyaşlarımız var. Aradığımız huzur, noter huzurunda değil! ve her şey bir SÜRE...
Tam da herşey ne kadar da yolunda, çok mutluyum dediğiniz anda, bir rapor...bir tahlil sonucu...Beklenen ama kondurulmayan... Gerçeğin yaklaşma, nefesini ensede hissetme an'ı... O'nsuz bir hayatı hayal bile edemediğiniz,şu an içerde melek gibi uyuyan...Yapayanlız kalma korkusu... O'nun kokusu...Hiç kimse de bulamayacağınız...O'nun kokusu...


(Bir nefes daha... Bırakmıştım oysa...)

Sonsuza kadar kalacak olan bir yara...

Kimsenin saramayacağı, kimsenin dolduramayacağı kocaman bir boşluk...

Ne ilkim ne  de son...

Ve herkes yaşadı veya yaşayacak sırayla...

....

Sözün bittiği yerdeyim...

Nafile.

Bu arada ilkbaharda kaldırımların arasından pırtlayan yuvalarıyla... bütün yaz ayaklarımızın altında olan HAYAT'larıyla "KARINCA"lar yüzündendir;
önüme bakarak yürüyüşüm... O küçük, küçücük şeyler yüzünden...Bu baharda da öyle olacak ve HAYAT benim için de devam edecek. Bilmem... ...Sanırım edecek...

Hep öyle olmuyor mu?















15 Mart 2010 Pazartesi

*Mutluluk veren BÜYÜK, HAYAT için "küçük şeyler" birazdan...
burda...:)

Itzhak Perlman - Schindler's list theme DİNLE...

Murat Gülsoy, Yekta Kopan, Ayfer Tunç ile 2010 Ubor Metenga Buluşmaları

DİNLEMELİ, DİNLENMELİ...
AYRINTILAR İÇİN TIKLAYIN...


Murat Gülsoy, Yekta Kopan, Ayfer Tunç ile 2010 Ubor Metenga Buluşmaları
29 Mart 2010 Pazartesi 20.00
Kapı açılışı: 19.30
60' sürer. Katılım ücretsizdir.

"Çünkü bizim de eşyayı gerçek büyüklükleri ile görüp görmediğimiz ayrı bir meseledir." 
Haldun Taner, "Şişhane'ye Yağmur Yağıyordu"

Güncel Türk edebiyatının değerli isimlerinden Murat Gülsoy, Yekta Kopan ve Ayfer Tunç ile Salon'da edebiyat günleri devam ediyor. Can Yayınları işbirliğiyle gerçekleştirilen 2010 Ubor Metenga Buluşmaları'nda üç öykü ustası, her ay farklı bir İstanbul öyküsünü çözümlüyor. Mart ayında, sıra edebiyatımızın ironi ustası Haldun Taner'in "Şişhane'ye Yağmur Yağıyordu" öyküsünde... Öykü, kurgusu, dili ve içeriğiyle yazarın en önemli yapıtları arasında sayılıyor.



3 Mart 2010 Çarşamba

Özür...Ben...Anne...Rüzgar...Hayat!


Kendimden de uzaklaşmak istediğim bir kaç günün sonunda herşey yoluna girmiş gibi gözükse de, her an herşeyin olabileceği gerçeği ile içimde yarattığım sanal gerçeklik arasında bir yerlerde dururken ben, tam da şu anda ağzımdaki kahve tadının acılaşmamasını dileyerek bu cümleyi devirmeden nasıl sonlandırmam gerektiği ile ilgi bir anda kaygı yaşadığımı itiraf etmek istiyorum. İşte noktayı böyle koydum oh...komik:) İhmal ettim sevgili 5.mevsimimi...Oysa içimde kopan fırtınanın serinliğini yansıtmalıydım belki. Ama o kadar üşüdü ki ellerim yazamadım hiç bir şey...Anlamsız geldi. Kor etkisi yaratan bir ölüme, bir de dünya tatlısı bir doğuma tanıklık ettim. Acının en tanımsız hali ile bir annenin ardından dökülen gözyaşlarıydı gördüklerim... Diğer taraftan minik elleri, henüz açılmamış gözleri, onu bekleyen hayata henüz yabancı, içinde aylarca durduğu annesinin kucağına verilen Rüzgar bebeğin dünyaya gelişi...

Seda'mın yüzü... şaşkınlık, sevinç, hüzün, endişe, acı, mutluluk, heyecan ve o anda yaşayabileceği duyguların tüm sıfatlardan bağımsız ifadesi... Seda'mın yüzü... 

Gözyaşları...tutulamayan...duygular...anlatılamayan... Bir hayat ki başlayan...Sürprizlerle dolu..Sanki hep varmış gibi olacak Rüzgar...Özgür ve Seda için hep var olacak... İnşallah...Sağlıkla...Tıpkı  Ahmet ve Arzu'mun incisi Poyraz gibi ...
Yeni başlangıçlar hep sancılı oluyor işte böyle... Her acının sonunda bir inci tanesi oluşuyor içerde... ve onu görünce yitip gidiyor tüm sıkıntılar. 
Dün gece de O'na sarıldım uykuya dalmadan önce. Yumuşak ve sıcacık her zaman ki gibi. Hiç değişmeyen kokusu ile...Annem... Bir ölüm, bir doğum arasında...tutunduğum dalım herşeyim...Varken kıymet bildiğim, of demeye kıyamadığım, ağrısında içimin yandığı biriciğim...Canım annem...Ha bir kaç günlük bebek...Ha yolun yarısını devirmiş bir kadın ne fark eder...Her yaşta hep ihtiyaç ve ha bebeğiz ha yetişkin senin için ne farkeder...Evlat! diye kokladığın yine biz...

Eser işte bir Rüzgar...Poyraz gibidir bazen üşütür hayat!...Anne elidir hep tutulmak istenen... 
Sevgilinin elidir özlenen...
Elinizi yanağınıza koyun benim için...Yani önce kendinizi sevin...
Yine... neredeeen nereye:)
Bitti.